27 Şubat 2007

Yusuf Bayramoğlu

ile admin

İstanbul’da yaşıyorum, 40 yaşındayım, evliyim, 8 yaşında bir kızım var, son üç senedir Turmepa adında bir dernekte çalışıyorum. Evli ve çocuklu olmanın dışında bir önceki cümlede bahsettiklerimden pek memnun değilim…

Paraşüt merakı, dayımın paraşütçü komando hikayelerini dinleyerek ve fotoğraflarına bakarak uyandı. 1993 yılında THK’nun başlangıç paraşüt kursuna gittim Kastamonu’ya. Konudan uzak olunca terimler de unutuluyor, ama T16 idi galiba paraşütlerin cinsi. İlk atlayış iyi geçti, hoca beni rahat gördü herhalde ki, ikinci atlayışta ilk sıraya koydu. Uçaktan çıktık mum pozisyonu muydu neydi, işte saydım 1001, 1002 filan, yukarı baktım paraşüt (kanopi derlerdi) açılmamış, bohça gibi olmuş, ipler dolanmış. Tabii hayatının 2. atlayışında paraşütü açılmayan adam (o anda benim için bir paraşütün açılmama ihtimali %50 imiş demek ki) olarak teorik eğitimde anlatılanları yaptım, Allah’tan dinlemişim dersi, “endirek yedek açma” dersleri hızla aşağıya inerken hatırlandı, kılavuz açıldı, silkeleme falan filan, eller, ayaklar anlatıldığı gibi yapılarak hooop çam ağacının üzerine konuldu. Kendi başıma kurtulamadım haliye, gelip çözdüler beni, paraşüt ve yedeği haşat oldu. Ben inerken aşağıdan megafonla “yedek aç, yedek aç” derlermiş hocalar, ayılan bayılan olmuş ama ben duymadım tabii. Sonra hocalar çekti beni bir köşeye, aklım başım yerinde mi diye herhalde, tekrar atlayacak mısın dediler, atladım, diğer çocuklar şaşırdı tekrar atlamama ama o kadar tırsmamıştım ben, belki şimdi olsa tırsarım… Belki değil kesin tırsarım, artık çocuk var…

Velhasıl uçma dönemleri böyle başladı. Sonra ya aynı sene, ya da bir sonraki, benim uçuş ikonum olan dayım bir gazete yazısı vasıtasıyla Tunç Elmasulu’yu bulup eğitimlere başladı, yanlış hatırlamıyorsam Boğaziçi Parapente Klubü… Tunç Bey bu yazıyı okursa nostalji olsun, dayımın adı Nazif Aksoy. Ben de ikinci derslerine gittim, Çatalca’ya. Bana da bir paraşüt bağladılar, o güne özel miydi bilmiyorum ama sadece ters kalkış yaptırdılar, daha doğrusu ters kalkış pozisyonunda yer çalışması diyelim. Ben hiç yerden yükselmedim ama hoşuma gitmişti olay. Yamaç Paraşütü Eğitimi adı altında bir eğitimciden aldığım tek eğitim buydu, yani dayım yorulup dinlenirken onun paraşütünü kuşanarak Tunç Bey’in anlattığı ters kalkış…

Sonrası Şile’de, dayımın o zamanki parapente’ı ile (ki yanlış hatırlamıyorsam Tunç Bey’den satın almıştı, kırmızı, küçük, ağızları kocaman, az cell’li şirin birşey) şimdi önünden yeni yol geçen, eskiden başlangıç eğitimlerinin yapıldığı küçük tepecikten yüzlerce kez uçuş denemesi, çoğunluğu hamallık olan denemeler, 10 saniyeyi geçerse uzun uçtuk dediğimiz uçuşcuklar.

Albatros’la ne zaman nasıl tanıştık tam hatırlamıyorum, herhalde gide gele Abant’ta tanıştık. Emre Aytaç, Cem Eryaşar, Hakan Akçalar, Barış Aydınsoy ilk tanıştığım pilotlar. Albatros’un uzaktan da olsa bireyi olmak güzel gerçekten, en azından insan kendini kopmamış hissediyor, her an grupla bir yere gidebilirmişim gibi hissetmek güzel. Ayrıca bazı yp forumlarına bakınca, Albatros’un ne kadar düzgün bir grup olduğu ortaya çıkıyor.

Doğru dürüst, planlı programlı bir eğitim almadım maalesef, hep bunun eksikliğini hissetmişimdir. Sağolsunlar, Emre, Cem ve Hakan bir yerlerde karşılaşmışsak birşeyler öğretmişlerdir. En son geçen sene Özay Zorlu ile yazıştım bana sıkıştırılmış bir eğitim versin diye, sağolsun ilgi gösterdi Ekim ayı için kısa birşey planladık ama ben organize olamadım, kaldı yine.

Kendime haftasonu pilotu bile diyemem, çok nadir, düzensiz zamanlarda, olmadık yerlerde uçuşlarım var, büyük çoğunluğu Rize Çamlıhemşin dağlarında olmak üzere. Take-off’a yol var mı sorusu benim aklıma hiç gelmezdi uçmak istediğim zaman, sırtta paraşüt iki-üç saati bulan tırmanışlar yaptığım çok oldu. Hala da mesela Abant 170 metre tepesine arabayla gitmektense yürümek daha pratik gelir. Yaş itibariyle daha ne kadar yürürüm bilmem..

İlk kanadımı Cem Eryaşar’dan almıştım, onun hatırlamayacağı kadar eski bir tarihte, Firebird Marlyn. Hala duruyor.

Sonraki kanadımı da Barış Aydınsoy’dan almıştım, Independence Dragon. Şimdi bu alemde müzelik olarak tanımlanıyor olabilir ama ben hala onunla uçuyorum. “Şu anda uçuyor musun ki” sorusunun cevabı, yılda 1-2 gün. Eğer Çamlıhemşin’de tatildeysem ve şanslıysam 3-5 sefer. Mesela 2009’daki tüm uçuşlarım şöyle; Haziran’da 3 sorti Abant, Temmuz’da 3 sorti Uçmakdere, Ağustos’ta 1 sorti Kaçkar Çiçekli (Hakan bilir, güzel yerdir) Öyle sık uçuyorum yani…

Neyse yine de kısmet diyelim, daha fazla zaman ayırmayı hep istiyorum ama henüz pratiğe geçiremedik, e-mailleri takip ederek iç geçiriyorum.

Bu “yapmadığım” hobim dışında, boş zamanımın çoğunu kızıma adamış durumdayım sanırım. Belki de az uçmamın sebebi de kızımdır, bilmiyorum. Yani eğitimsiz, variosuz, gps’siz ve muhtemelen açılmayacak olan yedekle, çok da güvenmiyorum artık kendime, onu düşünerek. Bir de diğer yapmadığım hobilerim arasında olan trekking, kamp, dağcılık var; en son 3 sene önce Ağrı zirve yaptım, daha da birşey yapmadım..

40 yaş bunalımına girmedim, girseydim bu sportif aktivitelere yeniden sarılırdım herhalde. Bakalım belki girerim, görüşmek üzere.